Okul tuvaletinden su içenlerin blogu
15 Aralık 2012 Cumartesi
Edebi Sohbetler
Bukowski o gün her zamankinden erken uyanmıştı. Kahvesiyle birlikte sigarasını içerken dışarıyı izliyordu.
Los Angeles'ı ilk defa bu kadar sakin ve huzur dolu görmüştü. Şehrin rutin gürültüsünden eser yoktu.
Yeni doğan güneşin turuncu ışığı gözüne yıllanmış bir şarap kadar hoş geliyordu. Birden sesli bir şekilde
"Nereye kadar sürecek bu koşuşturma? Ölen insanlar... Hayatları bitmiş fahişeler... Farklı bedenlerde esir
düşmüş aynı insanlar..." dedi ve kahvesinden bi yudum aldı. Ve Ani bi kararla "Sikerim Amerikasını ilk gemiyle
memlekete Andernacha dönüyorum dedi.
Bukowski'nin Andernacha geleceği o daha gemiye binmeden edebiyat dünyasında konuşulan bir hadise oldu. Gemiyle Portekize
ordan da trenle Andernach'a gidecekti. Andernach'a
vardığında istasyonda yüzlerce hayranı onu bekliyordu. Herkes bu kararın nedenini merak ediyordu. İçlerinden
bir bayan " Bay Bukowski, nedir sizi Andernach'a getiren" diye sordu. Bukowski memleketini özlediği için gelmişti besbelli.
Fakat soruyu şöyle yanıtladı; "Los Angeles yaşlı bir fahişe ve ben Andernach'ın bakirelerini şarapla yıkamaya geldim"
diye cevapladı. Hala itlikten prim yapmaya çalışıyordu sıla hasretiyle yanan Bukowski.
Gardan ayrılıp eski bir pansiyona yerleşti. Aslında parası güzel bir otelde kalmaya yeterdi ama böyle serkeş
bir hayat yaşamaktı onu ayakta tutan. Pansiyona yerleştiği andan itibaren pansiyoncunun genç ve alımlı kızının
ilgisini fark etmişti. Andernach'ın arka sokaklarını gezmek için ordan ayrılırken genç kız ona bir kadeh şarap
ikram etmek istedi. Bukowski kabul etti ve tozlu bir masaya oturdular. Genç kız onun sıkı bir okuyucusu olduğunu söyledi ve 14 yaşından
beri onun eserlerini okuduğunu hepsinden çok etkilendiğini ve 15'inde de kutuyu açtırdığını utanarak ekledi. Bukowski
bu durumdan memnun bir tebessümle bardağında kalan şarabını fondip yapıp ben kaçar diyerek pansiyondan ayrıldı.
Loş bir sokakta edebiyatçıların uğrak yeri bir kafe bulmuştu. İçeri girdiğinde herkes ona hayranlıkla bakıyordu.
Pansiyonda attığı tebessümün aynısını onlara da attı. Masasına oturdu. Şarap söylemek için garsonu çağırdığında
40'larında bir bayan eliyle garsona işaret edip masasına şarap yolladı ve gülümsedi. Bukowski aynı tebessümle tekrar
karşılık verdi ve yine aynı tebessümle kadını masasına davet etti. Kadın da aynı gülümsemesiyle kabul etti ve masaya
oturdu. Kadın Bukowskiye buraya neden geldiğini sordu. Bukowski garda söylediği gibi "Los Angeles yaşlı bir fahişe ve ben Andernach'ın
bakirelerini şarapla yıkamaya geldim" diyerek aynı cümlenin ekmeğini yedi ve cümlesi biter bitmez çok anlamlıymış gibi tavana karizmatik bir bakış attı.
Kadın tekrar aynı şekilde gülümsedi ve bu arada adım Senta dedi.
Karşılıklı edebiyat sohbetinden sonra kadın Berlin'de bütün saygın edebiyatçıların bir araya geleceğini ve Bukowski'nin de
Almanya'ya geldiği andan beri oraya gidip gitmeyeceğinin tartışıldığını söyledi. Bukowski her zaman ki tebessümünü attı
ve mutlu olurum dedi.
Gün gelmişti. Bukowski Sentayla birlikte Berlindeydi. Toplantı alanına geldiklerinde Anna Seghers'dan tut Bertolt Brecht'e
kadar herkes ordaydı. Gerçekten çok sıcak bir ortam vardı ve hemen hemen bütün herkes Bukowskinin ağzından çıkacak kelimeleri
bekliyordu. İçerde sürpriz bir konuk daha vardı. Edebiyata olan ilgisi pek bilinmemesine rağmen sıkı bir edebiyat tutkunu olan Albert Einsten'dı bu.
Bir süre sonra Bukowskini masasına geldi ve derin bir sohbete daldılar. İçkiler içilmişti. EinsteiN içkinin dozuyla fizik muhabbeti
açmaya çalışıyordu sürekli. Bukowski her seferinde ya o değilde diyerek lafa girip her zaman ki gibi fahişelerden ve şaraptan bahsediyordu.
Einstein 10 dakika hiç konuşmadı. Tekrar lafa girecekti ki Bukowski tekrar böldü. Bir anda Einstein "Profosörüm lan ben. Atomu parçaladım olm"
diyerek gereksiz bir çıkış yaptı. Bukowski yine her zaman ki tebessümünü atıp "Bayım maddeye yön verebilirsiniz ama mühim olan fikirlere yön
vermektir" dedi. Masada ki herkes Bukowski'yi destekleyince Einstein "Lan göt biz olmasak yarrrrak gelirdin Los Angeles'dan buraya. Öyle bütün
gün şarap içip sikişmekle neye yön veriyon sen dedi. Bukowski de "Asıl biz olmasak sen okumayı yazmayı nasıl öğrencektin göt" dedi. Yersiz
bir sayısal-sözel kavgasına dönmüştü bu nezih ortam. Kimseden çıt ses çıkmıyordu. Herkes Bukowskiyle Einstein'ın tartışmasını dinliyordu.
Einstein "Sen ne kadar ahlaksız bir adamsın" dedi ve kalabalığa şunları söyledi; "Allah aşkına söyleyin hanginiz okutur anasına bacısına
bu densizi? Okuturum diyen varsa bir daha edebiyatla ilgilenen Einstein'ı siksinler" dedi. Herkes susmuştu. Aslında tamamı Einstein'a hak veriyordu.Altta kalan
Bukowski tam lafa girecekken Einstein
masaya vurup "Azcık efendi ol. Kalıbının adamı ol. Tipine bakan da adam sanır seni" diye bağırdı. Bukowski sinirden deliye dönmüştü. Elini Einstein'a
doğru uzatıp tam kavgadan önce ki son cümleleri sarf edecekken el hareketine karşı Einstein, Bukowskinin ona vuracağını sanıp kollarıyla yüzünü siper
etti masanın altına doğru hamle yaptı. Bunu gören Bukowski tekrar o yavşak gülümsemesini attı ve "Sen anca dilin dışarda ergen kız gibi fotoğraf çekil
tipini sktiğimin eşşşeği" dedi sigarasından çatallaşmış sesiyle. Einstein utancından kıpkırmızı olmuştu. Herkes aşağılayan gözlerle
ona bakıyordu. Kendisinden 40 yaş küçük biri tarafından bu muammeleyi görmek onu yerin dibine sokmuştu. Ne yapacağını şaşırdı ve hemen koşarak oradan uzaklaştı.
Tarih 18 Nisan 1955'di.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)